21 Aralık 2011 Çarşamba

gece sanrısı

Bi akşam geçirirsin... var mıdır yok mudur bilinmez... anlatayım dersin ertesi sabah birine; "hayır olsun" mu desin "vay be!" mi desin bilinmez... yaşadım mı? bütün o diyalogları, 'anlatırım' diye kaydetmedim mi hafızama?
O değil de, inanmak istediklerimiz ile inandıklarımız eş değer de değil. İnanmak istediklerimiz inandıklarımız olsaydı, bugün inandığımız şeyler yarın inanacaklarımız olurdu. Çok çetrefilli gibi gözüken ama çetrefilsiz cümle diye buna derler. Varsın inanın istediklerinize, inanmanız gereken olmasa dahi. Ani mutluluk paha biçilemez! Zaten uzun uzadıya düşününce hiç bir an mutluluk barındırmaz.

12 Aralık 2011 Pazartesi

duyarlıyız, duyarsızsın, duyarlar mı?

Garip... İnsan beyni ne kadar düşünebilir, yüreği, teni ne kadar hissedebilir oysa ki... Sanki hissedemiyormuşcasına katlediliyor her 'his'li an. Duyarsız; tene karşı, ekmeğe karşı, kelimeye karşı... Romantizm kokan bir yazı değil bu. Sadece telef edilmiş duyarlılığa yazılmış öylesine bir yazı...
Ayşe'nin sazlıklardan havalanan ördek sesini düşüneceğine elalem, bardan çıkınca nereye gittiğini düşünüyor mesela. Ayşe'nin bardan çıkınca gidip gitmediği meçhul yerdeki olağan meçhul de, yine vajinalaşmış beyniyle düşünüyor onu. Ata sporu şeklinde bakıp, zavallılaştırıyor. Zavallılaşan binbir hazdan, hal ve hareketten biri oluyor haliyle. Don Juan bin üç kadınına dahi çok daha kokusunu düşünerek yaklaşmıştır.
Hal böyle olunca, insan sorgulamaya korkar oluyor en basit şeyleri bile. Kendi içine dönüyor, zorluyor duyarsızlaşmak için. Duyarlılığı tarif ederken bile, aşktan, romantizmden bahsediyor sanılacak korkusu taşıyor mesela. O kadar yabancılaşılmış çünkü... O kadar eğreti çünkü, 'duyarlılık' kelimesi yeni yetme hovarda ruhlarımıza. Habersiz örneğin duyarlı bir hovarda olan Don Juan'dan...
Sonra da vay efendim kendine yabancılaşma, tanıyamama hissiyatları... Hakkında sığ kaldığın onca insandan sonra, yakın çevrene de sığlaşma halleri...
E güzel kardeşim, mesela sen, bıraksana kim kimin sularında yüzerse yüzsün, sen önce kendi denizini doldursana. Ölüceksin mesela lan bi gün. Tamam bunu her an düşün, sonra da toprak tanelerini inceleyerek ne ulu bir hayat yaşadığını hisset falan diye söylemiyorum, ama çok s.kko bir an bile aslında biraz haz içeriyor. Anket olarak sorulsa, kim keyiften, zevkten hoşlanmadığını söyler ki örneğin? Onun gibi düşün. Yatağının altındaki öcü değil duyarlılık... Öyle aşırı hassas, bayık bi duygu da değil inan. Üstelik duyarlılığına hükmedebildiğin zaman, sıkıntını da rar'lanmış bi şekilde yaşayabilceğini biliyor muydun? Duyarlı olmayı yapabildiğin zaman bilinçli duyarsız da olabiliyorsun çünkü. İnan, ondan keyiflisi de yok...

1 Aralık 2011 Perşembe

Kolera

"Güneş buluttan sıyrılırken Kolera'nın alemci kadınları bir omuz darbesinde yıkılacakmış gibi duran evlerinin önünde oto tamircileriyle, marangozlarla, tornacılarla aslanlar gibi muhabbete koyuldular. Bir yandan da kaynak yaparken elleri titreyen ustalarla  esrarı daha kallavi içmeleri için zıvana hazırlamaya başladılar. Köylü kadınlar, kocalarının mahalle hakkında anlattıkları korku hikayelerinden tırstıklarından mahkumlar gibi camdan bakıyorlardı..."